26 Nisan 2010 Pazartesi

AMERİKAN POLİTİKASINDA İSRAİL'İN GÜCÜ


Eylül 2000
Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve SSCB'nin dağılıp, eski gücünü yitirmesinin ardından artık Amerika dünyanın tartışmasız tek büyük gücü olduğunu ilan etmiş durumda. Ancak bu dünya egemenliği hedefinin arkasında Amerikan politikasını, dolayısıyla dünyadaki dengeleri, yönlendiren en önemli güç olarak İsrail sayılmalıdır. Özellikle de Amerika'nın dış yardımlarında, Ortadoğu politikasında ve diğer ülkelerle ilişkilerinde önceliği her zaman için İsrail'in öncelikleri alır. Çünkü İsrail-Amerikan politikasında büyük rol oynayan pek çok politik örgütte çok etkin olduğu gibi, bizzat Yahudiler tarafından kurulan örgütlerle de Amerikan politikasına etki etmektedir.
Ancak bu örgütler sadece ülke politikası üzerinde değil, Amerikan toplumunun düşünce ve yaşam tarzı üzerinde de çok büyük bir etkiye sahiptir. Ülkenin ekonomisi üzerinde de çok etkin bir güce sahip oldukları için toplumun yönlendirilmesinde çok önemli bir yer tutarlar. Bu konuda en çok dikkat çeken örgüt, özellikle de seçim dönemlerinde sesini daha fazla duyuran ve gücünü yıllar geçtikçe daha da artıran AIPAC (American Israel Public Affairs Committee - Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi)'dir.
Bu lobi Amerikan Yahudileri tarafından kurulan ve Amerika siyaseti üzerinde etkin bir şekilde faaliyet gösteren en önemli organdır. Eğer bugün Amerikalılar İsrail hakkında "korkusuzca" konuşamıyorlar veya İsrail'i eleştiren bir söz ettiklerinde hayatlarının alt-üst olacağından çekiniyorlarsa, bunda en büyük pay kuşkusuz AIPAC'e aittir. Çünkü AIPAC adındaki masum "halkla ilişkiler" ifadesinin aksine, oldukça tehlikeli ve güçlü bir örgüttür. AIPAC'e "bulaşmak", Washington'daki hükümet yetkilileri ya da Kongre üyelerinin en büyük kabusudur.
AIPAC Amerikan Seçim Sistemini Etkisi Altına Almıştır.
Amerika'da Yahudi lobisinin, özellikle de AIPAC'in, gücünü anlatmak amacıyla yazılmış olan kitapların en önemlisi Paul Findley'in They Dare to Speak Out (Konuşmaya Cesaret Ettiler) adlı kitabıdır. Kitabın AIPAC ile ilgili bölümünün adı "King of the Hill" yani "Başkent'in Kralı"dır. Bu tanımlama AIPAC'ın Amerika'daki rolünü çok iyi açıklamaktadır. Çünkü gerçekten de AIPAC, tarihte hiç bir lobi kuruluşunun sahip olmadığı bir güce sahiptir; neyi isterse elde eder. Findley, AIPAC'in adını ilk kez 1967'de Dışişleri Komitesi'ne atandığı zaman duyar. Bir gün komitedeki odasında İsrail'in Suriye'ye yaptığı saldırıyı eleştirirken ondan daha eski bir senatör olan William S. Broomfield "AIPAC'ten Kenen senin bu söylediğini bir duysun, başına neler gelecek o zaman gör"1 der. Broomfield'ın sözünü ettiği kişi, AIPAC'in o zamanki yöneticisi I. L. Kenen'dir. Senatör Broomfield, AIPAC'in gücünü abartmış değildi. Örgüt gerçekten de Washington'daki en etkili kuruluştur. Kongre üyeleri üzerinde büyük bir baskı mekanizması kurmuştur. Yahudi lobisine yakın medya kuruluşları -ki bunlar neredeyse tüm büyük Amerikan medya kuruluşlarını kapsar- aracılığıyla istedikleri kişi hakkında olumlu ya da olumsuz propaganda yapabilir. Bir kişiyi bir anda büyük skandallarla koltuğundan edebilirken, istediği kişiyi bir anda başkan koltuğuna oturtabilir.
Bu örgütün çok güçlü bir bilgi ve istihbarat ağı vardır. Washington'daki resmi dairelerin herhangi bir koridorunda İsrail ya da İsrail lobisi aleyhinde edilen herhangi bir cümle, kısa sürede AIPAC'in kulağına ulaşır. Ve bu da o sözü eden kimse için hiç olumlu olmaz. Eski bir senatör olan Paul McCloskey, bu konuda "Kongre, AIPAC'in estirdiği bir terör fırtınası altındadır" derken, örgütün çalışma yöntemini de özetlemektedir. Uzun yıllar Senato üyeliği yapan Paul Weyrich, AIPAC'in inanılmaz etkisini Findley'e şöyle anlatır:
Çok mükemmel bir sistem kurmuş durumdalar. Eğer onların istediği gibi oy verirseniz ya da istedikleri türde konuşmalar yaparsanız, davalarına sıcak bakan medyaya sizin hakkınızda olumlu şeyler söyletirler. Tabii bunun tersi de geçerlidir. Eğer onların hoşuna gitmeyen bir şey yaparsanız, aynı yolla bu kez rezil edilebilirsiniz. Uyguladıkları baskı, senatörlerin, özellikle de destek arayan senatörlerin, bakış açısını kolaylıkla değiştirecek kadar büyüktür.
İşte bu nedenle de çoğu Kongre üyesi böylesine organize bir güçle çatışmaya girmekten korkar ve AIPAC'e sessizce boyun eğer. 1984'e dek Kongre üyeliği yapan Clarence D. "Doc" Long, ise Findley'e şu bilgileri vermiştir:
Çok uzun zaman önce AIPAC'in benden istediği herşeyi kabul etmeye karar verdim. Onların yaptıkları baskılarla karşılaşmak istemiyordum. Benim seçim bölgem oldukça zorludur. İsrail taraftarlarının herhangi bir sorun oluşturmasını istemiyorum. Bu yüzden kararımı verdim; istediklerini yapıyorum ve desteklerini alıyorum.
Findley kitabında AIPAC'in "Eylem Alarmı" denen bir sisteminden bahsetmektedir. Bu sisteme göre eğer bir Kongre üyesi İsrail hükümetinin ya da İsrail halkının hoşuna gitmeyecek bir şey yaparsa, yaklaşık bin kişilik bir listeye "alarm" sinyali gönderirler. Bu bin kişi, Amerikan toplumu içindeki en etkili Yahudilerden oluşmaktadır (büyük sermayedarlar, resmi görevliler, cemaat liderleri gibi üst düzey kişiler). "Alarm" verildiğinde bu listedeki isimlerin hepsi hedefe yüklenmeye başlarlar. Telefonlar, fakslar yağar ve tehdit kokan "uyarı"lar yapılır. Çok az Kongre üyesi bu tür bir baskıya meydan okumaya niyetlidir.
AIPAC'in Kongre üyelerinden istediği şeyler ise bellidir: "İsrail'le ilgili her oylamada İsrail lehine oy kullanmak." Örneğin İsrail'e yapılan Amerikan yardımının artırılması, İsrail'in uluslararası platformda kayıtsız-şartsız desteklenmesi gibi tüm oylamalarda AIPAC'in gölgesi vardır. Aslında bir Kongre üyesinin İsrail'e yapılan Amerikan yardımının azaltılmasını istemesi son derece doğal bir şeydir, hatta eğer bir "yurtsever" ise bunu istemesi gerekir. Çünkü bu yardım dünyada örneği görülmemiş derecede büyüktür ve Amerikan ekonomisine de büyük zarar vermektedir. Amerikan halkına ise yüklü bir vergi olarak geri dönmektedir. En başta AIPAC olmak üzere Yahudi lobisinin baskısı sayesinde, Amerika İsrail'e yılda ortalama 6-7 milyar dolarlık bir yardım yapmaktadır. Amerikalı Ortadoğu uzmanı Richard Curtiss, bu konuyla ilgili bir yazıda çarpıcı bir benzetme yapmıştı:
Los Angeles banliyösü Northridge'i merkez alan 17 Ocak 1994 tarihli büyük California depreminin, toplam olarak 7 milyar dolar zarara yol açtığı hesaplanıyor. İsrail'e yapılan yardımın 1993 senesi içinde Amerikan vergi mükelleflerine masrafı ise 6.321 milyar dolardı. Bu, California depreminin Amerikalılar için İsrail'e yapılan yardımdan daha zararlı olduğu anlamına gelir, öyle mi?... Hayır! Çünkü California'da her yıl deprem olmamaktadır, oysa İsrail bu yardımı her sene almaktadır. Başkan Clinton, 1994 ve 1995 mali yıllarında da aynı yardımın süreceği sözünü vermiştir. Hatta daha sonra Clinton samimiyetini göstermek için bu rakama bir 500 milyon dolar daha ekletmiştir.
İşte Amerikalılara bu tür bir "hasar" veren dış yardım, en başta AIPAC'in sayesinde gerçekleşmektedir. AIPAC ise tüm bu faaliyetini İsrail'den aldığı direktiflere göre yürütür. AIPAC'le İsrail Büyükelçiliği arasında sürekli telefon bağlantısı vardır. Ayrıca AIPAC yöneticileri Elçilik görevlileri ile en az haftada bir kez toplantı yaparlar. Arap İsrail sorununa tarafsız yaklaşılmasını savunan Washington Report on Middle East Affairs dergisi, AIPAC'in Kongre üzerindeki etkisini eleştirenlerden biridir. Dergi, sık sık, Batı Şeria ve Gazze için kullanılan "occupied territory" (işgal altındaki toprak) deyiminden yola çıkarak "Congress is an Israelioccupied territory" (Kongre İsrail işgali altındaki bir topraktır) sloganını kullanır. Bu da bir abartma değildir. Paul Findley, ABD'nin eski Sudan Büyükelçisi Don Bergus'un bu konudaki bir yorumunu aktarır. Eski diplomat şöyle demektedir: "Dışişleri Bakanlığı'ndayken eğer İsrail Başbakanı dünyanın düz olduğunu söylerse, Kongre'nin 24 saat içinde bu buluşu tebrik eden bir açıklama yayınlayacağı şakasını yapardık."
AIPAC'ın gücü nerelere kadar uzanıyor?
AIPAC'in gücü özellikle 1970'li yıllardan sonra daha da arttı. Hatta 1983 yılında Başkan Reagan, Kongre'ye karşı AIPAC'ten yardım istemek durumunda kalmıştı. Lübnan'daki Amerikan deniz piyadelerinin varlığına karşı gelişen toplumsal tepkiyi ve bunun Kongre'deki yansımalarını aşmak isteyen Reagan yönetimi, Kongre'yi etkileyemeyeceğini görünce, çareyi Washington'ın "Kralı"na başvurmakta bulmuştu. AIPAC yöneticisi Thomas A. Dine'la özel bir görüşme yaparak Kongre'de Lobi desteği isteyen Başkan, gerçekten de AIPAC'in desteği sayesinde Kongre'ye Amerikan askerlerinin Lübnan'da kalmasını kabul ettirebildi. Bunun ardından Reagan Dine'la yeniden görüşerek AIPAC başkanına "teşekkür"lerini iletti.
Seçimlere AIPAC Desteğiyle Katılanların Seçilme Garantisi Vardır.
AIPAC yalnızca seçilmiş Kongre üyelerini yönlendirmekle kalmaz; istediklerini seçtirmek ve istemediklerinin de seçilmesini engellemek için çalışmakta ve oldukça da başarılı olmaktadır. Bunun en iyi yolu, AIPAC'in İsrail yanlısı adayların seçim kampanyalarına yaptıkları dev maddi yardımlardır. Ancak AIPAC bu yardımları doğrudan yapmaz. Amerikan kanunları, bir lobi kuruluşunun bir adaya 5 bin dolardan fazla yardım yapmasını yasaklamaktadır. Bu nedenle AIPAC, adaylara yardım yapmak için çok daha küçük lobiler, "politik eylem komiteleri" (PAC) kurmuştur. Bu PAC'lerden Amerika'da 3.000'e yakın vardır. Bunların 75 tanesi görünür hiç bir bağlantı olmamasına rağmen (örneğin hiç birinin adından İsrail'le ilgileri olduğu anlaşılmaz) AIPAC'e bağlı olan PAC'lerdir ve en çok para harcayanlar da bunlardır. AIPAC, bu küçük PAC'leri kullanarak dev miktarda para yardımları yapabilmektedir. İsrail yanlısı PAC'ler, 1988 seçimlerinde 477 adaya toplam 5.4 milyon dolar yardımda bulunmuşlardır. 1990 seçimlerinde ise 402 adaya toplam 4.95 milyon dolar aktarılmıştır. 1976-1990 tarihleri arasındaki seçimlerde İsrail yanlısı PAC'ler toplam 21.9 milyon dolar "bağış" dağıtmışlardır. Bağışlar, ağırlıklı olarak Yahudi lobisine daha yakın olan Demokrat Parti adaylarına gitmektedir.
Bunlar kuşkusuz büyük rakamlardır ve seçim kampanyasının çok büyük önem taşıdığı bir ülke olan Amerika'da, hiç bir aday, Yahudi lobisinden gelen bu büyük finansal desteği görmezlik edemez. Yahudi yazar Stephen D. Isaacs, Jews and American Politics adlı kitabında bir Kongre üyesinin şu sözünü aktarır: "Bu ülkede politika yapıyorsanız, hele de Demokratsanız, arkanızda Yahudi parası olmadan bir yere varamazsınız."
Son seçimlere de AIPAC gölgesi düşmüştür.
Bu finansal desteğin yanısıra, çoğu kez medya desteği de Yahudi lobisi kanalıyla gelmekte "ya da gitmekte" dir. Bu yüzden adayların çoğu seçim kampanyası boyunca ellerinden geldiğince bu güçlü lobinin gözüne girmeye çalışırlar. Seçildikleri takdirde İsrail'e nasıl destek olacaklarına dair sözler verirler (bu kural, Başkan adayları için de geçerlidir). Yahudilere sevimli gözükmek için konuşmalar yapıp, en yakın danışmanlarını onlardan seçerler. Oluşturacakları kabineyi belirlerken de bu isimlere öncelik vermeye azami dikkat ederler. Bu yöntemle Yahudilerin hem maddi hem politik hem de oy açısından desteğini almayı isterler. Bunun son örneği ise Demokrat Parti'nin başkan adayı Al Gore'un kendine Başkan Yardımcısı olarak seçtiği ve koyu bir Ortodoks Yahudisi olan Joseph Lieberman'ı seçmesidir. Yahudi oylarını hedef alan bir tercih olarak da değerlendirilen bu karar gerek Amerikan halkından gerekse dünyadaki siyasi otoritelerden çok büyük tepkiler aldı. Çünkü başkan yardımcılığı Amerikan politikasında çok etkin bir görevdir ve Lieberman'ın bu göreve gelmesi İsrail'in Amerikan yönetimindeki ve politikası üzerindeki etkisini kat kat artıracaktır. Al Gore'un seçim döneminde verdiği vaatler, Lieberman'ın konuşmaları bunu açıkça işaret etmektedir.
Seçim döneminde bu kadar söz veren başkan adayları seçildiklerinde mutlaka sözlerinde durmak zorundadırlar. Çünkü birkaç yıl sonra yine seçim zamanı gelecektir. Ayrıca AIPAC, ihaneti asla affetmez. Bu kuralı bozan, yani AIPAC'in egemenliğine karşı başkaldıran çok az kişi vardır Washington'ın yakın tarihinde. Findley bunlardan biridir. Findley "İsrail hakkında konuşmaya cesaret edebilen" birkaç avuç insandan biridir ve AIPAC bu kişileri birer birer cezalandırmıştır.
AIPAC'in Gazabına Uğrayanlar

En başta AIPAC olmak üzere Yahudi lobisinin baskısı sayesinde Amerika İsrail'e yılda ortalama 6-7 milyar dolarlık bir yardım yapmaktadır. Bu, kuşkusuz Amerikan vergi mükellefleri için olumlu bir durum değildir. Resimde "İsrail Paramızı Alırken Amerika Aç Kalıyor" pankartlarıyla gösteri yapan Amerikalılar
AIPAC tarafından cezalandırılmış kişilerin hemen hepsinin politik yaşamı sona erdirilmiştir. Bir çok politikacının başına gelenler, AIPAC'in ve genel olarak da İsrail lobisinin gücünü anlamakta açıklayıcı olabilir.
AIPAC'in en önemli özelliklerinden biri, Başkent'te konuşulan herşeyden haberdar olmasıdır. İsrail hakkında Washington'da edilen her söz, AIPAC'in kulağına ulaşır. Bu nedenle politikacılar ya da bürokratlar bu konuda uluorta konuşamazlar. Findley AIPAC'in haber alma sistemini şöyle anlatıyor:
Kongre'nin ve Kongre'ye bağlı çoğu komitenin çalışmaları halka açık olarak yapılır. Ve İsrail'i ilgilendiren her toplantıda mutlaka bir AIPAC temsilcisini not alırken görürsünüz. Bu temsilci Demokles'in Kılıcı gibidir; oradaki varlığı, İsrail hakkındaki en ufak olumsuz bir yorumun AIPAC merkezine anında ulaştırılacağını gösterir. İsrail hakkında olumsuz birşeyler söyleyen bir Kongre üyesi, toplantının sonunda odasına döndüğünde birbirini izleyen öfkeli ve 'azarlayıcı' telefonlarla karşılaşacaktır. AIPAC lobicileri, Kongre'deki personel ve Kongre'nin çalışma sistemi konusunda gerçek birer uzmandırlar. İsrail'in adı, kapalı kapılar ardında bile geçse, tam olarak ne konuşulduğunu gösteren bir raporu ya da kopyasını hemen ele geçirirler.
Bu yüzden hemen hiç bir Kongre üyesi Lobiyi kızdırmaya cesaret edemez. Çünkü kızdırdığında inanılmaz bir yıpratma kampanyası ile karşı karşıya kalacaktır. Kongre üyesi Paul McCloskey, bu kampanyanın kurbanlarından biri olmuştu. 1980 yılında İsrail'in işgal altında tuttuğu Batı Şeria'dan çekilmesini, aksi takdirde İsrail'e yapılan Amerikan yardımının dondurulmasını öngören bir yasa tasarısı hazırlayan McCloskey, Lobinin bir anda boy hedefi haline geldi. Yahudi basını McCloskey'i "gözü dönmüş bir antisemit" olarak göstermeye, ırkçı, hatta Nazi olarak tanıtmaya başladı. Bir Yahudi yayın organı McCloskey'in resmini baş sayfaya basmış ve altına da "çok yaşa Goebbels" diye yazmıştı. Bir başkası, Heritage Southwest Jewish Press daha da ileri giderek McCloskey'e açıkça hakaret etmişti. Başka Yahudi yayın organları da "Amerikan Yahudilerinin bir numaralı düşmanı", "sürüngen", "aşağılık" gibi sıfatlar yakıştırıyorlardı Kongre üyesine. AIPAC'in mali destekçilerinden "multi-milyoner" Amerikalı Yahudi Louis E. Wolfson, "Bu adamı Kongre'den kovmak için gerekli herşeyi yapmalıyız. Bir daha Kongre'ye dönmeyeceğine de emin olmalıyız" diyordu. Bu tip yıpratıcı propagandalar kuşkusuz son derece etkilidir.
Çünkü AIPAC'in hedefi haline gelen politikacı, ne denli kararlı olursa olsun, sonuçta tek başına bir insandır. AIPAC gibi mafyavari bir örgütle başa çıkamaz. Hakaretler ve tehditler psikolojik yönden yıpratıcıdır. Ayrıca en ufak bir aleyhte propaganda onun politik kariyerine zarar verir. Özellikle de "Yahudi aleyhtarı", "neo-Nazi" gibi suçlamalar Amerikan toplumunda oldukça etkili olmaktadır. Çünkü lobinin beyin yıkayıcı propagandası sayesinde soykırım efsanesine inandırılmış olan toplum, "Yahudi aleyhtarlığı" kavramına karşı son derece hassastır. Bu kelime hemen Auschwitz'deki Soykırım dekorlarını çağrıştırır. Lobi, bu hassas noktayı ustalıkla kullanır ve İsrail'i eleştirmeye kalkan birisine hemen "Nazi" damgası vurur. Eski Dışişleri Bakan yardımcısı George Ball, bu konuda şunları söylemektedir:
Dayandıkları en önemli güç, antisemitizm suçlaması. Pek çok insan antisemit olmakla suçlanmaktan nefret eder ve Lobi İsrail'i eleştirmeyi hemen her zaman antisemitizmle bir tutar. Bu kozu sürekli gündemde tutarlar ve bu yüzden de kimse ağzını açamaz.
Kimse böylesi bir belaya bulaşmak istememektedir. Ohio'dan eski bir Kongre üyesi İsrail lobisine "bulaşma" yönünden, Kongre'yi dört gruba ayırmaktadır:
İlk grup, 'İsrail ne isterse verelimciler' grubudur. İkinci grubu, "bu konuda rahatsızlık duymalarına rağmen ses çıkarmaya cesaret edemeyenler" oluşturur. Üçüncü grupta ise "bu konuda gerçekten büyük sıkıntı duyan, ama açık açık konuşmaktan korktuğu için yalnızca İsrail'e yapılan yardımların azaltılması için sessiz bir çalışma yapanlar" vardır. Son grup ise "açıkça Amerika'nın Ortadoğu politikasını eleştiren ve İsrail'in yaptıklarına karşı çıkanlardan" oluşur. Ama Findley ve McCloskey Kongre'den ayrıldığına göre, artık dördüncü grubun varlığından söz edilemez.
Aynı Kongre üyesi Lobi için şunları söylemektedir:
Yahudi lobisi korkunçtur. Ne isterse elde eder. Yahudiler eğitimli ve genellikle de çok zengindirler. Ve tek bir konu üzerinde yoğunlaşmışlardır: İsrail. Bu yönden örneksizdirler. Örneğin kürtaj karşıtları Yahudilerden çok daha kalabalıktırlar ama onlar kadar eğitimli ve zengin değildirler. Yahudi lobiciler bunların hepsine sahiptirler ve politik aktivitede bir numaradırlar.
Demokrat Parti'den Kongre üyesi Mervyn M. Dymally ise Amerikan Kongresi'nde İsrail'i eleştirmenin zorluğunu şöyle ifade ediyor: "Bugün İsrail hükümetini İsrail'de Knesset'te (İsrail parlamentosu) eleştirmek, Amerikan Kongresi'nde, bu sözde 'konuşma özgürlüğü' ülkesinde eleştirmekten çok daha kolaydır."
Aslında AIPAC'in "kara liste"sine girmek için İsrail'i eleştirmeye bile gerek yoktur. Yahudi Devleti'ni ilgilendiren konularda biraz tereddütlü davranmak bile örgütün hışmına uğramak için yeterlidir. Maine Senatörü William Hathaway, bunun bir örneğiydi. Senato'daki kariyeri boyunca sürekli olarak İsrail lehine oy veren ve bu yüzden de Lobinin desteğini arkasında bulan Hathaway, yalnızca bir kez AIPAC'in kendisine yolladığı bir deklarasyonu imzalamamıştı. Bu, AIPAC'in ona cephe alması için yeterli oldu. Örgüt, ilk seçimde Hathaway'i yüzüstü bıraktı ve tüm desteğini rakibi William S. Cohen'e verdi. Bunun sonucunda Hathaway 1978'deki ilk seçimleri kaybetti. Cumhuriyetçi Parti'den bir yetkili bu olay üzerine şöyle demişti:
AIPAC her zaman yüzde yüz sadakat istiyor. Eğer Hathaway gibi bir Senatör yalnızca bir kez bile işbirliği yapmakta tereddüt gösterirse, onu anında defterden siliyorlar." Bir başka Senatör ise olay üzerine şu yorumu yapmıştı: "AIPAC'i memnun etmek için tam sadık olmanız gerekir; % 99.44'lük bir sadakat yeterli değildir. Hathaway'in 1978'deki hezimetinin nedeni, AIPAC'in istediği bu 'saf sadakat'i gösterememiş olmasıdır.
AIPAC'in İsrail'i eleştirenlere verdiği ceza, yalnızca o politikacıyı Kongre'den uzaklaştırmakla bitmez. AIPAC yüzünden seçimleri kaybederek Washington'a veda eden politikacılar, sonraki yaşamlarında da Lobi tarafından saldırıya uğramaktadırlar. Lobi, "ibret-i alem" olması için, bu kişilerin sivil hayatını da cehenneme çevirmektedir. Örneğin AIPAC'in faaliyeti sonucunda Kongre seçimlerini kaybeden Paul McCloskey, iş bulmak için uğraşmaya başladığında Lobi'nin engellemesiyle karşılaşmıştır. Findley, bir hukukçu olan McCloskey'in çeşitli hukuk şirketlerine müracaat ettiğini, ancak Yahudi sermayedarlardan gelen "bu adamı işe alırsanız, sizle yaptığımız tüm işleri iptal ederiz" gibi tehditler sonucu McCloskey'in pek çok kapıdan çevrildiğini yazıyor. AIPAC, yerel Yahudi örgütlerine de McCloskey'i "tanıtan" bir broşür yollamış ve "bu adamın canına okuyun" emrini vermişti. Findley şöyle diyor: McCloskey Lobi tarafından adım adım izleniyordu. Bir tek dertleri vardı; o da McCloskey'in sıradan bir yurttaş olarak bile huzur bulamaması. Lobi, McCloskey'in bazı konuşmalarını ve yaptığı işleri ayrıntılı olarak bir kitapçıkta toplamış ve bütün ülkeye yaymıştı. Kitapçığın amacı, yerel Yahudi örgütlerine yol göstermekti. McCloskey ne zaman bir yerlerde görünse, bu 'karşı saldırı rehberi' işe yarıyordu.
Paul Findley AIPAC tarafından Washington'dan "kovulan" ve sonra da yakın takibe alınan daha başka isimler de sayar. Adlai Stevenson, William Fullbright ya da Charles Percy gibi senatörler bu listenin en çarpıcı isimleridir. Bu senatörlerin "suçları" aşağı-yukarı aynıdır: İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini savunmuş ve Yahudi Devleti bu konuda direttiği sürece Amerikan yardımının azaltılmasını teklif etmişlerdir. Ya da İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladıkları sistemli terörü kınamışlardır. Yani normal bir insanın yapacağı şeyleri yapmışlardır. Ama bunlar AIPAC için "suç" kapsamına girer.
Lobi, bu "İsrail düşmanları"nı kullanmak için temel olarak iki yöntem kullanır. Birincisi, "hedef" kişi hakkında son derece yoğun bir aleyhte propaganda yapmaktır. İkincisi ise hedef kişiye rakip olan adayın desteklenmesidir. Bu adayın Lobiyle herhangi bir eski bağlantısı olmasına da gerek yoktur. Lobi, bu adaya gider ve "sizi şu kişiye karşı destekleyeceğiz ama siz de seçildiğinizde bizim isteklerimize uyacaksınız" der. Sözkonusu aday, ayağına kadar gelen bu yardımı geri tepmez ve seçimleri de büyük olasılıkla kazanır. Artık o da, Kongre'deki büyük çoğunluk gibi İsrail'in evet-efendimcisidir. Lobiye karşı çıkması düşünülemez, çünkü Fullbright'ın "politikacılar için Lobiye karşı çıkmak, intihar etmekle eşdeğerdir" sözüyle ifade ettiği kuralı, kendi gözleriyle görmüştür. Lobiye karşı çıkmak, yalnızca Kongre üyeleri ya da Senatörler için değil, aynı zamanda Amerika'nın sözde en güçlü adamları, yani Başkanlar için de intihar anlamına gelmektedir.
Yakın tarih, bunun örnekleriyle doludur. Kennedy, Nixon ve son olarak da Bush Lobi tarafından cezalandırılmıştır. Öteki Başkanlar da Lobi'ye itaat etmeleri gerektiğini öğrenmelerini sağlayan küçük "dersler" almışlardır. Yakın tarihe bir göz atmak, Amerika'daki gerçek güç odağının kimliğini keşfetmek için yeterlidir. Önümüzdeki seçimler de bu açıdan çok önemli işaretler içermektedir. Adayların ilk günden itibaren İsrail'e karşı yapacakları yardımın altını çizmeleri, Yahudi örgütleriyle yakın olmaya özellikle dikkat etmeleri, yakın danışmanlarını Yahudilerden seçmeleri bu korkularının bir ifadesidir. Yani Amerika'daki yönetim önümüzdeki dönem de İsrail'in en yakın dostu olmaya devam edecek, İsrail'le birlikte hareket edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder